Blizzard’ın kuşkusuz geliştirmiş olduğu en iyi oyun serilerinden biri olan Diablo 3, milyonlarca oyuncu tarafından oynanmıştı ve halen de oynanmakta. Tabi ki oyun ilk çıktığı halde bırakılmadı, çıkışın ardından birçok ek paket geldi. Şimdi o ek paketler arasında Reaper of Souls da katıldı. Şu ana kadar Diablo serisi için çıkan en iyi DLC olduğunu söyleyebileceğimiz Reaper of Souls Beta İnceleme yazısını aşağıda sizlere sunuyoruz.
“Sancılı doğum” dedikleri şeyin oyun dünyasındaki karşılığına birebir denk gelecek bir örnek vermek isteyecek olsak rahatlıkla Diablo III’ü kullanabiliriz sanırım. 12 yıllık sıkıntılı bekleyiş sırasında içeriğini bolca değiştiren Diablo III, sonuç olarak o büyük çıkışını gerçekleştirdiğinde herkesin beklentilerini karşılayamadı haliyle. Kimisi nefret ederek bıraktı, kimisi “ya aslında eğlenceli ama, keşke daha iyi olsaydı” diyerek oynamaya devam etti. Reaper of Souls, bu açıdan bir çok oyunun erişme şansı bulamadığı “yeniden doğuş”u temsil ediyor. Blizzard bu şansı yeterince iyi kullanıp oyunun konusunda da bolca harmanladığı ölüm-yaşam döngüsünü serinin kendisine de yedirebilmiş mi bizzat görebilmek için çok kısıtlı sayıda kişinin katılma şansı bulabildiği betaya da böylece adım atmış olduk. Peki ya Malthael serinin ruhunu da sömürmüş mü, yoksa tünelin sonunda “nihayet” bir ışık gözüküyor mu?
“NO ONE CAN STOP DEATH!”
Reaper of Souls, kendini Diablo III’ün ağır aksak yanlarını düzeltip, üzerine de Diablo I-II nostaljisi kokan bir cila çekmeye adamış bir ek paket olarak karşımıza çıkıyor. Ben işin hikâye kısmına (her ne kadar Diablo III’ünki ciddi anlamda çuvallamış olsa da) özellikle düşkün biri olduğum için ilk iş olarak soluğu Westmarch’ta, yani Act V’te aldım. Gamescom’da yayınlanan enfes sinematiği izlediyseniz hatırlayacağınız üzere Tyrael Black Soulstone’u Westmarch’ın derinliklerinde gizlenmiş Rakkis’in mezarında saklamaya çalışmış, ancak birden ortaya çıkan eski Bilgelik Başmeleği, yeni Ölüm Meleği Malthael taşı çalarak kayıplara karışmıştı. Bu noktada Diablo’yu gücünün doruğundayken yenebilmiş bir kahraman olarak biz devreye giriyor ve Black Soulstone’u geri alıp, Malthael’i durdurmak adına bir kez daha göreve çağırılıyoruz.
Daha bu ilk andan itibaren Westmarch’ın gotik ve karanlık havası içinize işlemeye başlıyor zaten. Seçilen temadan şu noktaya kadar kuşkunuz vardıysa da tüm kuşkularınızı geride bırakabilirsiniz. Zira atmosfer her açıdan vanilla versiyonundan çok daha güçlü bir şekilde yansıtılmış. Malthael’in kendiyle beraber dibe çektiği düşmüş melekler Westmarch’ın sokaklarında katliam yaratıp daha çok ruhu ve bedeni kendi saflarına katarken, tüm o keşmekeşin içerisinde dönen alt metinler ve olaylar sayesinde kendinizi hikayeye kaptırmakta zorlanmıyorsunuz. Hele ki (çok da spoiler vermek istemediğimden detayına girmeyeceğim ama) Kral IV. Justinian’la alakalı olaylar dizisinin takip etmeye fazlasıyla değdiğini söylemem gerek. Oldukça geniş bir şekilde tasarlanmış haritalarda bol bol yan görevlerin de olması oynanışı daha bir dinamik hale getirmiş.
Altyapısı çok kuvvetli olmasına rağmen senaryo ve işleniş konularında yaz okuluna kalan Blizzard, neyse ki bu sefer dersine daha iyi çalışmış. Ne “BAK TYRAEL, ESKİ YARDIMCIN!” diye karakter dışı gereksiz gevezelik yapan Diablo, ne de yalan söylemeyi beceremeyen Yalanlar Lordu gibi tutarsızlıklar yok bu seferki senaryoda. Malthael olması gerektiği az ama öz konuşan, zırt pırt karşımıza fırlamadan yeterli gizem ve gerilim unsuruyla karşımıza sunulan bir karakter olmuş tam anlamıyla. Ha, gerçi hala Blizzard’ın kaleminden çıkmış en iyi hikâye olduğunu söyleyemem, ama orijinal hikâyenin kalitesinin üzerine çıktığı ve ilgi çekici olduğu da bir gerçek. Bunun dışında az önce de bahsettiğim yan görev bolluğu piyangosunun vurduğu talihlilerin arasında Enchantress, Scoundrel, Templar, Blacksmith ve tabii ki Jeweler gibi karakterlerin de olması, Act V’in yeterince doyurucu ve dolu dolu hissi vermesini sağlıyor.
Kısacası “Aaa, sadece tek bir Act mi var yani?” demeden önce o Act’in ağzına kadar dolu ve sürprizlere sıkça gebe olduğunu hatırlamak gerekiyor. (Özellikle sonlara doğru Diablo II oynayanları mest edebilecek bir sürpriz var ki…)
“IN DEATH, THERE IS PEACE…”
Act V’in hikâyesini bir güzel hatmettikten sonra yeni sınıf olan Crusader’ı test etmemek de olmazdı. Ben de tam olarak bu amaçla bir elinde paslı gürzü, diğer elinde derme çatma kalkanıyla 1. seviye çaylak Crusader’ımın ne kadar etkili olabileceğini görmek için Adventure Mode’u teste koyuldum. Esas oyunun çok ihtiyaç duyduğu serbest gezinme imkanını sunan Adventure Mode’un üst kademelerinde bile (biraz zorlanarak da olsa) tutunabildiğimi görebilmek güzeldi.
Hikâye kısmı sizi açmıyorsa bütün ara sahneleri ve diyalogları geçerek doğrudan aksiyona atılmak için biçilmiş kaftan yani. Bu moddaki görevlerin verdiği altın/tecrübe oranları düşünülürse karakter kasmaktan sıkılanlar için de gayet ideal gözüküyor. Zira her Act’i sırayla oynamak yerine ilk seviyeden itibaren istediğiniz bölüme ve waypoint’e zahmetsizce gidebilmeniz sayesinde daha eğlenceli bir deneyim sunuyor size. Adventure Mode’daki bu görevleri bitirip Bounty’leri topladıkça kazandığımız Blood Shard’ları ise Diablo II’den oldukça tanıdık gelen bir iş için harcıyoruz: Kumar. Diablo II’de ejderha misali biriktirip yığın yaptığımız o altın dağlarının bir anda erimesinin yegane sebebi olan kumar seçeneği, nihayet bir çok oyuncunun beklediği gibi Diablo III’e de dahil olmuş durumda.
Ancak (RMAH sağolsun) oyuncuların kasasındaki altın miktarının fazlasıyla değişken olmasından olsa gerek, altını doğrudan burada harcatmak yerine Blood Shard adındaki bu yeni birimi eklemişler. Blood Shard’larınızı yine Diablo II’dekine benzer şekilde hiçbir özelliğini ve kalitesini bilmediğiniz eşyalara harcıyorsunuz. Bunun sonucunda elinize geçen oyunda bulabileceğiniz en dandik eşya da olabilir, sadece çok az kişinin sahip olabileceği nadirlikte bir Legendary de olabilir… İşin o kısmı tamamen şansınıza bakıyor. Ya da işinizi kumar oynayarak riske atmak istemiyorsanız bir diğer alternatifiniz de kazandığınız Blood Shard’ların 100 tanesi karşılığında içinde bir sürü sürpriz barındıran bir Great Horadric Cache satın almak da olabilir tabii.
Bütün bunların üstüne bir de rastgele düşebilen -ya da her bölümde belli sayıda görev tamamladığınızda kazandığınız- Rift Stone’lar sayesinde girebildiğiniz Nephalem Rift’ler var ki, onlar da şu an itibariyle End-Game açlığımızın en azından bir kısmını bastıracak gibi gözüküyor. Açılan her Nephalem Rift tamamen rastgele bir şekilde yaratılıyor. İçlerindeki düşmanlar, haritanın tasarımı, düşmanların yoğunluğu, en sonda karşınıza gelebilecek boss… Kısacası aklınıza gelebilecek tüm değişkenler bu rastgelelikten payını alıyor.
End-Game adına dinamiklik katan bu Nephalem Rift’ler en son yamada ödüller açısından biraz nerflendikleri için şu anda eskisinden biraz daha az tercih edilir durumdalar. Ancak daha Beta’nın çok başlarında olduğumuz düşünülürse oyun piyasaya çıkana kadar çok daha ilgi çekici ödüller eklenecektir diye umuyorum.
İlk başta kaşlarımı çatmama sebep olan ve hoşuma gitmeyen bazı şeyler de var tabii. Her ne kadar ilk önyargımı aştıktan sonra fena yansıtılmamış olduğunu düşünsem de, ilk bakışta oyunun konsol versiyonundan bir sürü takviye yapılmış olması beni biraz düşündürdü. Özellikle de zorluk seviyelerinin standart Diablo anlayışının biraz dışına çıkıp da konsol sürümününkine benzetilmiş olması nedeniyle. Artık bir üst zorluk seviyesini açmak için öncekileri tek tek bitirmenize gerek yok. Normal, Hard ve Expert seçenekleri daha en baştan açık olarak geliyorlar ve Master 60. seviyeye ulaşmış herhangi bir karakteriniz olduğunda, Torment ise 70. seviyeye geldiğinizde açılıyor. Aynı zamanda karşınıza çıkacak düşmanların seviyeleri ve güçleri de yine sizin seviyenize ve seçtiğiniz zorluğa göre otomatik olarak ayarlanıyor. Bunu iyice test etmek için 10. seviye Crusader’la Belial kesmeyi denediğimde gayet rahat bir şekilde başarıya ulaştım. Buna ek olarak Monster Power konseptine benzer şekilde Torment’in toplamda 6 seviyesi var ve bilhassa Torment 6 bir hayli zorlu gözüküyor. Hatta şu an için Torment 6’da başarıya ulaşmanın yegane yolu Crushing Blow’la karşınızdaki düşmanı öldürebilecek kadar uzun süre hayatta kalmak olarak gözüküyor.
Crushing Blow demişken… Blizzard eşyalarımızın vazgeçilmezi olan Critical Hit Damage, Critical Chance ve Attack Speed üçgenini kırmak adına bazı yeni özellikler ve mekanikler eklemiş oyuna. Bunlardan en göz önüne çıkanı şu an için Crushing Blow. Belli bir şansla vurabildiğiniz CB, karşınızdaki düşmanın canının %25’ini bir anda götürüyor. (Elite’lere karşı %12, Boss’larda ise %5 bu oran) Ancak bu sefer de haliyle CB ihtimalini mümkün olduğunca yüksek tutmak betada oynayanların şu an için bir numaralı tercihi olmuş durumda. Çeşitli forumlarda ve Stream yayınlarda da bu aralar en sık tartışılan konunun bu olduğu düşünülürse Blizzard’ın bu mekaniğe ciddi bir düzenleme yapacağını tahmin etmek güç değil.
“DEATH COMES FOR ALL!”
Lafı daha fazla uzatmadan Reaper of Souls’un elindeki ağır toplardan birine artık değinsem iyi olacak: Loot 2.0. Diablo III’ün heyecanını kaçıran etmenlerin başında ya düşmek bilmeyen, ya da düştüğünde beş para etmeyen eşyalar geliyordu bildiğiniz üzere. Hem yakında her iki Auction House’un da kapanacak olması, hem de Loot 2.0’ın gelecek olmasıyla bu bir problem olmaktan çıkacak neyse ki. Level 50’nin başlarında elinden tutup Act V’in sonuna kadar eşlik ettiğim Wizard’ım, atladığı 9 seviye boyunca üstündeki tüm eşyaları neredeyse başından sonuna kadar değiştirdi. Bu süreçte 2 adet Legendary eşya, bir tane de Legendary tarif buldu hatta. Lootun öncekilere göre çok daha nadir düşmesi ve düşen lootun çok daha anlamlı olmasını Blizzard nihayet Reaper of Souls’la birlikte tekrar kotarmayı başarmış. Sizin işinize yarayacak statlara sahip olmayan eşyalar bile bir şekilde mutlaka envanterinize yolunu buluyor.
Artık beyaz ve gri kalitedeki en düşük seviyeli eşyalar bile Artisan’larınızın kullandığı tariflerde hammade olarak iş görüyor çünkü. Bu konuda oyunu bizzat test etmeden önceki en büyük endişem Strength, Intelligence ve Dexterity’nin hala diğer ikincil statların önüne geçmesiydi, ancak onu da akıllıca bir hamleyle tüm eşyalara ayrı Birincil ve İkincil özellik havuzu ekleyerek aşmışlar. Bu noktada en büyük sorun Crushing Blow’un mekaniklerinin fazla güçlü olması -ki onu da yazının önceki kısımlarında belirtmiştim zaten.
Blizzard’ın loot konusunda verdiği bir diğer söz, bazı Legendary’lerin üzerindeki bir kısım özelliklerin oyun tarzımızı bile değiştireceği yönündeydi. Bunun örneklerini betada muhabbet ettiğim oyunculardan da dinledim. Özellikle belli elemental hasar tiplerinden zarar görmenizi tamamen engelleyen ve hatta sizi iyileştiren yüzüklerin bir hayli popüler olacağından şüphem yok…tu, ancak bu yazıyı yazdığım sırada Blizzard’ın bu yüzüklerin işlevini dondurmuş olması bu noktaya da bir ince ayar çekileceğine işaret ediyor. Onun dışında çeşitli yeteneklerin cooldownlarını ve gereksinimlerini kaldıran, ya da yepyeni mekanikler ekleyen tonla örnek de mevcut yeni Legendary’lerin üzerinde. Örneğin ilk aklıma gelenlerden bir tanesi, Monk’un kullanabildiği ve karakterinizin bütün Mantra’ları açıkmış gibi hepsinin pasif özelliklerinden yararlanmanızı sağlayan bir Legendary’ydi. Bu eşyayı bulursanız, Monk’un aktif yetenek slotlarından birini tamamen boşa çıkartıp onun yerine başka bir yeteneği kullanmaya başlayabilirsiniz. Ya da benim gibi Demon Hunter oynamayı sevenlerin bayılacağı bir başka örnek olarak, vurduğunuz her hedefi Marked for Death ile işaretleyen bir Crossbow muhakkak ki oyun tarzınızı etkileyecektir.
Tabii bu sayığım her şey ve çok daha fazlası, Reaper of Souls henüz geliştirme aşamasını tamamlamaktan uzak bir oyun olduğu için daha tonla değişime maruz kalacaktır. Ancak Betasına attığımız bu ilk bakışta Blizzard’ın bu sefer doğru yol üzerinde olduğunu söylemek mümkün. Elbette ki hala aksayan ufak tefek yanları mevcut, ancak Blizzard’ın bu sorunlara da büyük bir hızla müdahale ettiğini hesaba katacak olursak, Reaper of Souls gerçekten de özlediğimiz, hayalini kurduğumuz o Diablo oyunu olmaya çok yakın diyebiliriz. Ben şahsen gözümü üzerinde tutmaya ve izlenimlerimi paylaşmaya devam ediyor olacağım, o yüzden eğer siz de hakettiğimiz ve ihtiyacımız olan Diablo III’ün özlemindeyseniz takipte kalın derim!