Adı, sanı pek fazla duyulmasa da o kadar fazla macera oyunları var ki piyasada, takip etmek cidden zor. Bu yazımızda incelemiş olduğumuz oyun ise Broken Sword: The Serpent’s Curse. Özellikle grafikleri bakımından fazlasıyla tatmin etmekte olan oyunun senaryosunun da çok detaylı ve kapsamlı düşünülmüş olduğunu belirtelim. İlk önce geçmişte başladığınız oyunda sonradan günümüz Paris’ine atlıyorsunuz ve arkasında birçok şey sizleri takip etmekte. İşte Broken Sword: The Serpent’s Curse inceleme yazısı.
Monkey Island ve Syberia serileri dışında bir yapım daha vardı ki çıktığı 1996 yılında tüm gözler üzerine çevrilmişti. Günümüzde bile oynanan ve ülkemizde Türkçe yama ile oynanabilen bu yapımın adı Broken Sword: The Shadow of the Templars’dı.
Şahane 2D grafikleri, sürükleyici hikâyesi, espritüel George Stobbart ve kendisine eşlik eden, Fransız aksanı ile “Jorc” diyerek insanları adeta mest eden Nicole “Nico” Collard’ın macerası herkesin gönlünde taht kurmuştu ve en iyi macera oyunları arasında kendine güzelce yer etmişti.
Oyunun yakaladığı büyük başarıdan sonra ikincisi, 3D grafiklere ve daha ciddi bir ortama sahip olan üçüncüsü ve son olarak saçmalayan dördüncü bölümü de çıktı ama hiçbiri ilki (şahsen ikincisini de ekleyebiliriz) kadar sevilmedi ve dördüncü oyunun çıkmasından tam altı yıl sonra, yani 2012’de serinin yaratıcısı Charles Cecil ve ekibi Revolution Software yeni bir Broken Sword oyunu ile geri dönmenin hazırlığına girdiler.
Doğal olarak benim gibi macera oyunu tutkunları heyecanla bekleyeme başladılar. Bunun bir nedeni de beşinci yapımın köklerine geri dönecek olmasıydı. Ortadaki sermaye problemi de oldukça başarılı geçen bir Kickstarter kampanyası ile halledilmişti ve yapım için hedeflenen 400.000 doların çok üstünde, 771.000 dolar toplanabilmişti. Bu güzel haberden sonra da bizlere beklemekten başka çare kalmamıştı. Derken yapımın çıkış tarihi yaklaştı da yaklaştı ve nihayetinde beşinci oyuna, The Serpent’s Curse’un ilk bölümüne (ikinci bölüm Ocak 2014’te) kavuşmuş olduk. Bir oturuşta bitirdiğimiz oyunun incelemesi ile de şimdi karşınızdayız.
Amerika benim ülkem ama evim Paris
Klasik Revolution Software açılışından sonra kendimizi bir video ile oyunun içinde buluveriyoruz. Sene 1937, yer İspanya – Katalonya’dır. Alman askerleri büyükçe bir villaya zorla giriş yaparlar ve karşılarına kim çıkarsa çıksın ezmeye hazırdırlar. Bir baba ve ailesi ile yakın arkadaşları villadan kaçmanın hazırlığını yapmaktadır ama geç kalmışlardır. Babanın eşi ve oğlu kaçmayı başarır ama baba ile arkadaşı sağ kurtulamaz. Almanlar ise aradığını bulmuştur. Fakat aradıkları ne altın, ne mücevher ne de önemli belgelerdir. Aradıkları bir tablodur ve söylenenlere göre bu tablo ölüm getirmektedir.
1937 yılında yaşanan bu trajik olaydan sonra günümüz Paris’ine merhaba diyoruz. Küçük bir galeride belki kaderin cilvesi, George ile Nico yeniden bir araya gelir. George, galeride sergilenen tabloları sigortalayan şirket için çalışmaktadır ve Nico da La Liberte gazetesi için küçük de olsa haber peşindedir. Tabii George ve Nico bir arada olacak ve gün sessiz geçecek? Kafasında kask, elinde pizza kutusu olan bir adam içeri girer ve belirli bir tabloyu yerinden söker. Galerinin sahibi Henri hırsızı durdurmak ister ve bu denemesi maalesef hayatına mal olur. Hırsız kaçar ve Nico da bir gazetecinin verdiği içgüdü ile peşinden gider. Galeride geri kalan herkes olayın şaşkınlığını yaşar ve George’a göre Paris yine karanlık yüzünü göstermiştir. Üstelik çalınan tablo öyle çok değerli bir tablo değildir ve galeride çok daha para getirebilecek eserler vardır. Çalınan tablo yine 1937 yılında da çalınan ve rivayetleri doğrularcasına ölüm saçan “La Melidiccio” adlı tablodan başkası değildir.
Şimdi normalde George’un yapması gereken polise ifadesini vermek, gerekirse tablonun sigortasını ödemek ve işin içinden çıkmaktır. Fakat George’u tanıyan herkes işlerin böyle yürümediğini bilir. George olayları araştırmaya niyetlidir ve Nico Hanım ondan da heveslidir çünkü haber peşindedir. Anlayacağınız, iki dakika önce Nico ile akşam yemeği planlayan George’un planlarını cinayet, hırsızlık ve galeride bulunan rahibin deyişi ile “şeytan” ile bozulmuştur.
Revolution Software beşinci yapım ile köklerine döneceğini açıklamıştı. İlk planlanan oyunun tamamen 3D olmasıydı. Charles Cecil’in söylediğine göre oyun bu şekilde daha gerçekçi olacaktı ama Broken Sword’u yansıtamadığı ve “o duyguyu” veremediği için 2D’ye dönmeye karar verilmiş. Açıkça söyleyebilirim ki çok isabetli bir karar alınmış ve hakikatten oyun köklerine dönmüş. Sadece grafiksel anlamda değil içerik ve atmosfer olarak da oyun birinci Broken Sword yapımını bir hayli andırıyor. Yine George’un ilk oyundaki gibi tesadüfen olayların içinde yer alması, 3D George’un aksine daha karizmatik değil de daha candan ve espritüel durması sizleri eski günlere götürebilir. Ayrıca her ne kadar oyun günümüz Paris’inde geçse de ortam buram buram “retro” ve nostalji kokuyor. Tarz olarak, çizim tekniği olarak, atmosfer olarak sanki tekrar 1996 yılındayız. Tek fark George’un ve Nico’nun cebine telefon koyulmuş ve günümüzde geçiyor diye bolca elektronik, bolca ileri teknoloji koyalım olayına girişilmemiş. Demek istediğim, beşinci oyun o ilk oyundaki saflığını korumasını başarabilmiş ve insan Charles Cecil’in bahsettiği “o duyguyu” hakikatten tadıyor. İlk oyunu oynamayanlar anlatmak istediğimi anlamakta zorlanabilir ama şöyle diyeyim: Bu oyun sadece ilk oyunun benzeri değil, ilk oyunun üzerine katmış hali.
Eski tanıdıklar, yeni yüzler
Broken Sword 5’in olumlu ayrıntılarından birisi de yeni karakterlerin yanında ilk oyundan bolca eski karakterlere de yer verilmiş olması. Demirbaş George ve Nico dışında çok bilmiş sanat eleştirmeni Hector Laine, varlıklı Bayan Piermont, Komiser muavini Moue ve gizemli çiçekçi Fleur gibi eski hatıraları canlandırabilecek karakterler yeniden bizlerle. Ve eğer oyuna girmeden önce tutorial kısmını oynamayı seçerseniz “inatçı keçi” ile de karşılaşabilirsiniz:) Tutorial demişken, oyunun kontrolleri bir hayli basit ve klasik macera oyunu türünde. Farenin imleci ile karakteri yönetiyor ve gerekli yerlere tıklıyoruz. Zaten birazdan değineceğim. Mekân olarak ise yepyeni yerler karşımıza çıkıyor ama her oyunda en az bir kez uğradığımız Nico’nun apartman dairesi es geçilmemiş.
Her BS oyununda oluğu gibi The Serpent’s Curse’un da bir – iki hatası, bug’u bulunmakta. Sonuçta olmasaydı mükemmel gibi bir şey olurdu ve zaten önemli olan oyunu etkileyip etkilemediği. Eğer karşılaşılan o bug, bir oyunu oynarken insanın keyfini kaçırmıyorsa fazla bir sorun yoktur, şahsen ben güler geçerim. Neyse ki Broken Sword’da da gidişatı etkileyebilecek türde bir sakatlık söz konusu değil.
Dikkatimi çeken ilk olay, eğer karakter yürürken kamera da hareket ediyorsa karakterde hafif bir titreme – buğulanma oluşuyor. Dediğim gibi oyunu kötü etkilemiyor ama dikkat de çekiyor. Bunun dışında oyunun sonlarına doğru bir kez de oyun beni masaüstüne attı. Envanterden bir nesneye tıkladığım vakit kendimi masaüstünde buluverdim. Neden böyle bir olay ile karşılaştım bilemiyorum ama eğer sizin de başınıza gelirse fazla endişelenmeyin çünkü oyunun otomatik kayıt sistemi var ve son hamlenize kadar kayıt etmiş oluyor. Ben de yeniden oyuna girerek kaldığım yerden devam ettim. Eğer sorun devam etseydi ve aynı yerde sürekli atmalar olsaydı elbette büyük sıkıntı çıkardı ama piyango vurmuş bana diyerek geçiyorum. Son olarak, diyalog esnasında oyunun yazılarını (birazdan değineceğim modern ve klasik olayı) değiştirmeyin. Çünkü eski diyalog havada asılı kalabiliyor. Örneğin George konuşurken siz aniden menüye giderek modern stili klasik stile çevirdiniz, işte bunu yapmayın
Oyunun kontrollerinin klasik macera oyunu şeklinde olduğundan daha önce kısaca bahsetmiştim. İmleç ile karakteri yürütüyor ve etkileşime geçebilecek yerlere tıklıyoruz. İmleç eğer incelenecek – zoom girilebilecek bir yer varsa büyüteç, bakılabilecek bir yer varsa göz ve konuşmalarda da ağız şeklini alıyor. Bir de bir nesneyi kullanmak istersek çarka dönüşüyor ve mekândan çıkış noktaları da el ile gösterilmiş.
Envanter de modern stilde ekranın sol altındaki çantaya tıklayarak ekrana geliyor ve bir nesneye tıkladıktan sonra dilediğiniz yerde kullanabiliyorsunuz. Son olarak ekranın tepesinde klasik ana menü – ipucu sistemi – başarımlar – kayıt et – yükle var. İpucu sisteminden tıkandığınızda rahatlıkla ipucu alabiliyorsunuz ve oldukça kullanışlı. Başarımlarda da adından da anlaşılacağı gibi elde ettiğiniz başarımlara göz atabiliyorsunuz. Ayrıca başarımlardan oyunun yüzde kaçını bitirdiğinize bakabilirsiniz. Hemen söyleyeyim, oyun yüzde elliye geldiğinde sona eriyor çünkü bu sadece birinci bölüm. Yani yüzde elliye yaklaştığınızda bilin ki oyunun bitimine az kalmış.
Broken Sword 5’i yeni modern stilde ve tıpkı ilk oyunun stilinde oynayabilmeniz mümkün. Modern stilde konuşmalar baloncuk şeklinde ve envanterde bahsettiğim gibi ekranın sol altındaki çanta. Eğer klasik stilde oynamayı tercih ederseniz konuşmalar renkli hale geliyor, tıpkı ilk oyunda örneğin George konuşurken turuncu ve karşıdaki adam konuşurken yeşil olması gibi. Envanterde de çanta gidiyor ve imleci ekranın altına getirdiğinizde envanter çubuğu meydana çıkıveriyor. Bu olay için hoş bir ayrıntı diyebilirim ve eğer nostaljinin belini kırmak istiyorsanız tam size göre.
Gelelim bulmacalara. Oyundaki bulmacaların bir kısmı doğru nesneyi doğru yerde kullanma, bir kısmı ise puzzle şeklinde. Yani ortaya karışık bir şeyler yapılmış. Birinci oyuna kıyasla bulmacaların daha basit olduğunu söyleyebilirim. Broken Sword 5’teki bulmacaları alt edebilmek için uzman olmanıza gerek yok. Zaten George size yeterince ipucu veriyor ve yetmediği yerlerde ipucu sisteminden de gerekirse çözümü öğrenebiliyorsunuz. Şahsen ben bulmacalardan, özellikle puzzle tarzında olanlardan keyif aldığımı söyleyebilirim ama bir kademe daha zor olsaymış da olurmuş.
Benim tek zorlandığım bulmaca karşıma ilk çıkan puzzle tarzı bulmacaydı. Açıkçası bu bulmacada herkesin zorlanacağını düşünüyorum çünkü biraz tuhaf. Şöyle ki, oyunda karşımıza çıkan Bassam adlı karakter neon tabelasını düzeltmemizi ve şöyle “dikkat çekici, janjanlı” bir isim bulmamızı istiyor. Tabelayı düzeltmek kolay da harflere bakıyorum, bakıyorum, gene bakıyorum ne yazacağım hakkında en ufak bir fikrim yok. Mecburen ipucu sistemini kullandım ve “lambadan çıkan cin” ipucunu yakaladığımda Aladdin yazabildiğimi fark ettim. Bana göre çok uçuk bir bulmaca olmuş ve oyun içerisinde daha fazla ipucu verilmesi lazım diye düşünüyorum. Dikkat çekici bir isim olacak tamam da Aladdin kimin aklına gelir:) Toparlayacak olursam, Broken Sword 5’teki bulmacalar kimsenin gözünü korkutmasın.
Grafikler ve Sesler
Oyunun en ağır toplarından birisi de şüphesiz 2D grafikleri. Bir macera oyunu dışında bu tarz 2D grafikli yapımlara rastlayamazsınız ve ben bu tarz grafiklere alışığım ama Broken Sword 5 beni bile büyülemeyi başardı. Daha önce böyle HD – 2D grafikler ve detaylı elle çizilmiş arka plan grafikleri görmemiştim. Ve bu grafikleri gördükten sonra şükür diyorum ki 3D grafiklerden vazgeçilmiş. Revolution Software’nin emektar grafik motoru Virtual Theatre hazırlanan grafikler olağanüstü. Grafikleri görünce ilk bakışta aklıma Runaway serisi gelmişti ama bu ondan da öte bir şey olmuş. Arka plan çizimlerinin karakterlerle de uyumu çok iyi oturtulmuş. Bazı macera oyunları var, arka plan görüntüleri çok iyiyken karakterleri sanki bir resim üzerinde yürüyormuş gibi duruyor. Broken Sword 5’te ise karakterlerin ve gezdikleri mekânların uyumu başarılı. Sayısı az olan ara videolarda karakterler biraz sırıtıyor ama bu açık da karakterlere eklenen animasyonlarla giderilmiş. Oyundaki bütün karakterler sadece dikilerek konuşmuyor, diyaloglarını da en – kol hareketleri ve mimiklerle destekliyorlar. En güzeli ise arka planda duran karakterlerin adeta canlıymışçasına hareket etmesi. Örneğin üç karakter kafede bir masada oturuyor. Karakterlerden ikisi konuşurken üçüncüsü öyle boşluğa bakarmış gibi durmuyor, etrafına bakıyor veya kahvesinden bir yudum alıyor. Veya George bir karakterle konuşurken arkasında duran Nico saçını düzeltebiliyor. Anlatmaya çalıştığım karakterler yaşıyor ve bu olay zaten var olan görsel şölene daha da güzellik katıyor. Bir tek bahsettiğim gibi kamera ve karakter aynı anda ilerlerse karakterde hafif buğulanma oluyor, o kadar.
Broken Sword 5’in grafikleri kadar müzikleri de başarılı. Daha oyuna girer girmez klasik Revolution Software açılışı karşılıyor demiştim ya, o çalan parça ile ilk oyunda çalan parça aynı ve daha oyuna girer girmez oyun sizi etkisi altına almayı başarabiliyor. Oyundaki müzikler yine eski tarz ve o Broken Sword havası ile çok uyumlu. Oyun esnasında çalan parçalar aynen havasını koruyor ve alıştığımız enstrümanlar dışında Broken Sword’da başka tarz bir müzik duyamazsınız. Seslendirmelerin de müziklerden pek farkı yok. George Stobbart’ı yine tüm Broken Sword’larda kendisine ses veren Rolf Saxon seslendirmiş ve çok iyi bir iş çıkarmış. Nico’nun sesi ise değişmesine rağmen benden geçer not almayı başardı. Bunda kullanılan aksanların önemi büyüktü. Nico’nun Fransız aksanı ve “jorc” demesi kanaatimce başarılıydı. Seslendirme olarak tek kusur bazen meydana gelen ani ses çıkışları. Özellikle kulaklık kullandığım için bu olayı fark ettim ve sürekli olmasa da bazen diyaloglarda ses yükseliyor. Örneğin George konuşurken ikinci cümlesinde aniden frekans arttırmış oluyor ve diğer cümlede yine normale dönüyor. Normal ses sistemlerinde belki fark etmezsiniz bile ama kulaklıkla oynayınca ister istemez kulak tırmalayıcı olabiliyor.
İkinci bölümü beklerken
Macera oyunu tutkunlarının Broken Sword 5’in ilk bölümü ile tatmin olacağından eminim. Şahsen ben aradığımı buldum diyebilirim. Oyunun sonu yarım bitiyor ve gönül isterdi ki devam etsin ama bir derecede tatmin de ediyor. Öyle bir yerde sonlandırılmış ki oyun, hem oynayan memnun ayrılıyor hem de ikinci bölümü merakla başlamaya başlıyor. Ayrıca yaklaşık beş saatlik oyun süresi de gayet ideal. İkinci bölüm Ocak 2014’te (seneye esprisi yapacaktım da neyse dedim:) çıkacak, yani benim gibi (yarım sene askerlik olacağı için:) fazla beklemenize gerek kalmayacak. Son cümlem olarak George ve Nico’nun bomba gibi geri geldiğini söyleyebilirim.